Dünyamız yaşlanıyor…
Öyle görünüyor ki mavi gezegenin ihtiyarlığı çekilmez olacak. Şimdiden bizlere hatırı sayılır sıkıntılar çıkarmaya başladı bile. Küresel ısınma adı verdikleri olay yüzünden mavi gezegenin yüzeyi ısınmakla kalmıyor, bu durum; buzulların erimesine, iklim değişikliklerine ,doğal yaşamın bozulmasına, kuraklığa, ekilebilir verimli arazilerin ve sulak alanların azalmasına, doğal kaynakların tükenmesine sebebiyet veriyor.
Afet seviyesindeki hava olaylarının ve bu afetlerde hayatını kaybeden insanların sayısı her geçen gün artıyor. Depremler, fırtınalar, kasırgalar, çok güçlü hortumlar, yangınlar ve ortalamanın çok üzerindeki yağışlardan kaynaklı seller….Ve bu felaketler sonucunda oluşan milyar dolarlık hasarlar, yok olan doğa ve bu gezegenin asıl sahibi olan hayvan popülasyonunun yok oluşu…Sizce derdi nedir mavi gezegenin?
Dünya Bankası karbondioksit emisyonlarının şu andaki artış hızıyla 2060 yılında ortalama sıcaklıklardaki artışın 4°C’yi bulacağı uyarısında bulunuyor. Peki yaklaşık 4 derecelik bu artış nelere sebebiyet verecek birlikte bir bakalım. Çin, ABD ve Avrupa’daki bilim insanları tarafından hazırlanan ve Ulusal Bilimler Akademisi’nin dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, dünya genelinde sera gazı emisyonlarındaki artışın devam etmesi, insanlığı daha önce görülmemiş bir krizle karşı karşıya bırakabilir. Bu şu demek;2070 yılında dünya nüfusunun üçte biri sahra çölü sıcaklıkları ile yaşamak zorunda kalacak. Yani bu durum 3,5 milyar insanı, yaşanmaz koşullara maruz bırakacak. Katlanılması zor koşullar sebebi ile büyük göç dalgaları ile karşı karşıya kalabilme ihtimalimiz oldukça yüksek. Büyük göç dalgaları artan sıcaklıklarla birlikte zaten sınırlı hatta yetersiz seviyelere inmiş su ve verimli toprak rezervlerinin büyük bir hızla tükenmesine neden olacaktır. Küresel kıtlıklara ve su savaşlarına sebebiyet vermesi çok olası görünmektedir.
IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) ‘nin raporuna göre küresel ısınmanın etkileri ile sıcak hava dalgaları, şiddetli yağışlar ve kuraklık şiddetini arttıracak ve daha sık görülecek.BM Genel Sekreteri António Guterres’e göre rapor insanlık adına resmen bir ‘’kırmızı alarm’’ niteliğinde. Rapor çok açık ve net bir şekilde dünyanın bu durumla karşı karşıya kalmasındaki en önemli etken olarak insanlığı işaret etmektedir. Aynı rapora göre, sera gazlarının atmosfere salınımının devam etmesi sonucu yaklaşık 15 yıl içinde önemli bir sıcaklık sınırı aşılabilir.
Bu yüzyıl sonunda deniz seviyelerinin de 2 metreye kadar yükselebileceği belirtiliyor. Yani bugün metropol diye tanımladığımız, dünyanın en çok ziyaretçi çeken en gelişmiş ülkelerinin en modern şehirleri sular altında kalacak. Binlerce kişi evsiz kalacak yine binlerce kişi hayatını kaybedecek. Oluşabilecek kaosu tahmin etmek mümkün gözükmemektedir. Öyle ki Maldivler’in de aralarında olduğu 50’ye yakın ülke, önlem alınmadığı takdirde “yeryüzünden silinebilecekleri” uyarısında bulundu.
Devletleri yeryüzünden silebilecek bir kabustan bahsediyoruz. Süreç hızla işliyor, uzakta sandığımız, biz nasılsa görmeyiz dediğimiz şey aslında burnumuzun dibinde iki adım önümüzde. Gelecek nesillere, evlatlarımıza neyi miras bırakmayı planlıyoruz. Nefes alabilecekleri bir dünya bırakabilecek miyiz ne dersiniz?
İnsanlık geride bıraktığımız 50-60 yıl içerisinde yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde koşar adım bilgi çağının merdivenlerini tırmanıyor. Yaşanan gelişmeler insanlık adına büyük faydalar, kolaylıklar sağlasa da beraberinde giderek daha duyarsız, daha duygusuz, daha bencil, daha robotik toplumların ve nesillerin gelişmesine de sebep oluyor.
İnternet çağı ile birlikte ve son iki yıldır da küresel boyutlarda yaşanan ve milyonlarca kişinin ölmesine sebebiyet veren Covid-19 salgınının da büyük desteği ile sosyal medyaya gömülen insanoğlu yavaş yavaş yüzyüze görüşmekten, konuşmaktan, tartışmaktan hatta kavga etmekten kaçar oldu. Herkes bütün duygularını sosyal medya aracılığı ile paylaşmaktan yana. Sanırım tartışmamızı da ,kavgamızı da, duygularımızın ifadesini de bu platformlar üzerinden yapmak daha kolayımıza geliyor.
Dokunmaktan, hissetmekten, özümsemekten çok uzak insan profili ve yüzeysel, derinliği olmayan duygusal geçişler robotik, mutsuz, hissiz, ifadesiz, anlamsız yüzlerle daha sık karşılaştığımızın hepimiz farkındayız sanırım. Kediyi, köpeği, kuşu, gülümseyen dünyalar güzeli bir bebeği sosyal medyadan seviyoruz, yemyeşil bir ormanı, güzel bir şehri sosyal medya aracılığı ile geziyoruz, beğeniyoruz.
Sosyal sorumluklarımızı sosyal olmadan gerçekleştiriyoruz. Duygu ve hislerin daha geri planda olduğu, insanların birbirlerine selam vermekten çekindiği, değerler sistemini oluşturan elemanların tamamen değiştiği, doğadan, topraktan uzak bir yaşama doğru hızla yuvarlanıyoruz. Bunlardan neden mi uzun uzun bahsettim açıklayayım. Yazımın en başında mavi gezegenin derdi ne diye sormuştum. Çok açık ve net bir cevap verelim mavi gezegenin derdi insanoğlundan başkası değil. Yukarıda paragraflarca anlatmaya çalıştığım, dünya genelinde çok önemli global kuruluşların raporlarına yansıttığı korkunç istatistiklerin, ivedi bir şekilde önlem alınmaz ise dünyamızın önümüzdeki 50 yıl içerisinde cehenneme dönüşecek olmasının, yangınların, kuraklığın, kasırgaların, su baskınlarının, toprak kaymalarının, sulak alanların verimli tarım arazilerinin yok olmasının, ekolojik sistemin altüst olmasının yegane sebebi biziz maalesef.
Nasıl benim yüzümden olabilir ki dediğinizi duyar gibiyim. Bu bir kültür meselesinden daha öte ciddi bilinç gerektiren bir süreçtir. Sizce, sokakta yürürken arabasında seyahat ederken sigara izmaritini, boş su şişesini, peçetesini fütursuzca, şuursuzca sokaklara atanların, gördüğü bir ağacın üzerini kazıyıp dalını kıranların, çöpünü çöp kutusuna atmayanların, bütün artıklarını olduğu gibi piknik alanında bırakan mangalcıların, hiç ihtiyaç olmamasına rağmen aynı evde iki yada üç araba bulunduranların, kanalizasyonunu denize akıtanların, denizlerimizi çöpe boğanların sonrada denizlerimizi müsilaj kapladı diye şaşıranların, saatlerini sosyal medyada harcayanların küresel ısınmada etkisi yok mu dersiniz.
Tamda fırsatını bulmuşken bu noktada sosyal medya kullanımı ve kullanıcıları için ayrıca bir parantez açmak istiyorum. Sosyal medya kullanımı ve küresel ısınma…Aralarında nasıl bir etkileşim var hep birlikte bakalım isterseniz. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre günümüzün büyük bir bölümünü başında geçirdiğimiz akıllı telefon ve bilgisayarların bağlandığı internet ve oradaki bilgiyi depolayan data merkezleri sanıldığının aksine hiç de öyle doğa dostu falan değil. Bu durum sosyal medya devleri içinde geçerlidir.
Her ne kadar yenilenebilir enerjiyi halkla ilişkiler malzemesi olarak övselerde gerçekler ve söylemlerle uyuşmuyor. Şimdi sıkı durun…Google dünyadaki elektrik tüketiminin onbinde birini kullandığını gururla dünyaya ilan ettiğinde hemen bir araştırma yaptım ve bunun Türkçe karşılığının ne olduğunu buldum. Google’ın bir yılda harcamış olduğu enerji Türkiye’nin bir yıllık enerji tüketimine eşdeğermiş. Diğer önemli bir bilgiyi de bu noktada paylaşmak isterim.
Facebook her ne kadar uzun yıllar boyunca üstünü örtmeye çalışsa da, data merkezlerinin ihtiyaç duyduğu enerjinin neredeyse yüzde 60’ını kömürden sağladığını itiraf etmek zorunda kalmıştır. Yavaş yavaş internet ve sosyal medya kullanımının küresel ısınma ile olan garip ilişkisini kavramaya başladık sanırım. Şimdi altını daha da dolduralım. İlginç bir bilgi daha; bir saat boyunca Youtube’de video izlemek için dünyada harcanan elektrik enerjisi yeni bir buzdolabının bir yılda tükettiği elektrik enerjisine eşdeğermiş. Araştırma sonuçları oldukça hayret uyandırıcı değil mi?
İşte internet ve sosyal medya kullanımının gezegenimize olan bu negatif etkisini şimdilerde modern adı ile ‘’Dijital Ayakizi’’ olarak tanımlıyoruz. Nedir peki dijital ayakizi? Hepimizin anlayabileceği en kestirme şekli ile çevrimiçi geçirilen her saniye ve dijital ortamda yaptığımız her işlem karbon salınımına sebep oluyor. Bu da beraberinde iklim krizini tetikleyerek gezegenimize zarar veriyor. Hemen kısa kısa birtakım araştırma sonuçlarını paylaşarak olayın vahametini biraz daha ortaya koyalım.
İnternet ve sosyal medya kullanıcılarının sayısı son bir yılda 300 milyon kişinin eklenmesi ile dünya genelinde 4,5 milyara, Türkiye’de 62 milyona ulaştı. Bir kişi günde ortalama 6 saat 43 dakikasını internet kullanarak,2 saat 24 dakikasını sosyal medyada geçiriyor. Pandemi nedeni ile son bir yılda bilgisayar kullanımı yüzde 70, cep telefonu kullanımı yüzde 80 artış gösterdi. Şimdi artık sadede gelebiliriz diye düşünüyorum.
İnternet ve sosyal medya kullanımındaki bu çılgınlığın elbette içinde bulunduğumuz ekosisteme bir maliyeti olacaktır. Birlikte bir maliyet hesabı yapalım hemen. Dünyada kullanılan 7 milyar cep telefonunu ve veri ağını birbirine bağlayan dijital sistemi işletmenin yılda 600 milyon ton karbon salınımına neden olduğu belirtiliyor. Bu oran küresel karbon salınımının yüzde 4’üne denk geliyor. Yani attığımız her tweet, facebook’ta yayınladığımız her durum güncellemesi ve instagramda paylaştığımız her bir fotoğraf, whatsApp’ta attığımız her bir mesaj ile bu maliyeti katlayarak büyütüyoruz ve dijital ayak izimizi derinleştiriyoruz. Halbuki ne kadar da masumduk….
Bu konuda son olarak şunu söylemek istiyorum; sosyal medya çılgınlığı hem bizi biz yapan insani değerlerimize zarar veriyor hem de yukarıdaki bilgiler ışığında anlaşılıyor ki küresel ısınmaya yardım ve yataklık ediyor…. Frene basma zamanı gelmedi mi sizce de?
Eveeeet uzun uzun değerli dünyamızın kendi kendine ısınmadığını, bir sıkıntısı olduğunu ve bu sıkıntının ne olduğunu açıklamaya çalıştık. Mavi gezegenin tek başına bu sıkıntıdan kurtulmasını bekleyemeyiz. Çünkü artık sıkıntı o kadar büyüktür ki kendi çabaları işe yaramaz noktaya geldi.
Sıkıntının sebebi açık ve nettir. Bizde bize düşeni yapıp mavi gezegeni sırtlamak ayağa kaldırmak zorundayız. İçinde bulunduğumuz şartlar ne olursa olsun ister bir fabrikatör olalım ister bir çöpçü…Toplumun en küçük zerresine kadar damarlarında hissetmediği hiçbir çaba bir kültür, bir bilinç oluşmasına sebebiyet vermeyecektir. Yıllardır yayımlanan hükümetlerarası raporların samimiyetsizliği ortadadır. Çünkü süreci tersine çevirecek ciddi adımların atılması gerektiği bir zamanda bile dünyanın süper gücünün devlet başkanı çıkıp küresel ısınma hikayeden ibarettir diyebiliyor.
Bilim insanlarının yırtınırcasına acilen önlem alınması gerekiyor diye haykırdığı ama hiçbir ciddi önlemin alınmadığı bir tablo ile karşı karşıyayız maalesef. Dolayısı ile herkes şapkasını önüne koyarak düşünmek zorunda ve hepimiz topyekün bir mücadele içinde olmak durumundayız. Hep birlikte daha da geç olmadan mavi gezegeni kurtarmamız, gelecek nesillerin geleceği için elzemdir.
Daha çok seveceğiz, dokunacağız, hissedeceğiz…Doğaya yaşadığımız çevreye, bastığımız toprağa, gölgesine sığındığımız ağaca, ağacın meyvesine, çiçeğe, seyretmeye doyamadığımız denizimize, içtiğimiz suya, yaşayan ekosisteme, hayvana hepsi bizim birer parçamızmış gibi, biri olmazsa hiçbiri olmaz bilinci ile sahip çıkmamız şart olmuştur.
Her ne kadar karanlık ve kabus gibi bir tablo resmetmiş olsak ta ümitsiz olamayız. Hala şansımız var. Geri dönüşü olan bir yoldayız. Dünyanın önde gelen bilim insanlarının çok önemli araştırmaları sonucu can çekişen gezegenimize rahat bir nefes aldırabilmek aslında çokta zor ve uzun bir süreç değil. Bireysel olarak çok basit ve kolay alınabilir önlemlerle küresel ısınmanın durdurulmasına katkıda bulunabiliriz.
- ilk olarak bilgi edinin. Bu konudaki her bilgiyi doğru olarak kabul etmeyin. Araştırın, gözlemleyin ve bilgi birikiminizi yakınlarınızla, ailenizle, dostlarınızla paylaşarak kendi çapınızda bir bilinç oluşmasına sebep olun.
- İmkanınız varsa uygun gördüğünüz her yere ağaç dikin, dikilmesini teşvik edin. Yediğiniz meyvelerin çekirdeklerini doğaya bırakın.
- Enerjiden tasarruf edin. Evinizdeki normal ampullerinizi floresan, led vb. tasarruflu ampullerle değiştirin. Böylece yılda 1,5 ton sera gazı üretmemiş olursunuz.
- Elektrikli aletleri düğmesinden kapatın. Kullanmadığımız zaman ışıkları, televizyonu, bilgisayarı, ısıtıcıları, vb. elektrikli aletleri açık bırakmayın. Tembellik edip TV, bilgisayar, vb. elektrikli aletleri standby’da da bırakmayın. Bilgisayar ve TV’leri de kullanmadığınız zaman düğmesinden kapatın. Şarj aletlerini saatlerce fişte bırakmayın. Nadiren kullanılan veya kullanılmayan elektrikli aletlerin ise fişini çekin. Böylece ailece karbondioksit emisyonunuzu yaklaşık olarak yüzde 10 veya daha fazla azaltabilirsiniz.
- Mümkün olduğunca güneş enerjisi kullanın. Güneş enerjisiyle doğanın dengesini bozmadan sıcak su elde edebilir, evinizi ısıtabilir ve elektrik enerjisi üretebilirsiniz. Hükümetlerden temiz enerjinin yaygınlaştırılmasını ısrarla isteyin.
- Plastik vb. maddelerin kullanımını ve çöp üretimini azaltın. Mümkünse bu tür çevreye zararlı maddeleri fazlaca satın almayın. Mevcut plastik alışveriş torbaları gibi şeyleri tekrar kullanın. Alışveriş torbalarınız ve satın aldığınız ürünlerin ambalajları geri dönüşümlü olsun. Çöpleri asla yakmayın…
- Evinizde kullandığınız suyu tasarruflu kullanmaya çalışın. Bulaşık ve çamaşırlarınız iyice birikmeden makinelerinizi çalıştırmayın. Bulaşık makinesine yerleştireceğiniz bulaşıkları dakikalarca sudan geçirmeyin.
- Kurşunsuz yakıt tüketen araçlar kullanın.
- Her yere araba ile gitme huyunuzdan vazgeçin ve yürüyün.
- Sosyal medya çamuruna gömülmektense sevdiklerinizle zaman geçirin. Daha çok sohbet edin….
- Çocuklarınıza ve yakınlarınıza bu konuda örnek olmayı unutmayın.
Ne kadar basit ve uygulanabilir dimi. Küresel ısınmayı önlemek için, doğayı ve çevremizi korumak için tek başıma ne yapabilirim demeyin. Sadece harekete geçin, yapacaklarınız çok basit.
Bireysel olarak yapacaklarımızın yanı sıra küresel ısınmayı durdurmak ve gezegenimizi cehenneme dönmekten kurtarmak için küresel anlamda hükümetlere, devlet başkanlarına, sivil toplum kuruluşlarına, üniveristelere, bilim insanlarına çok iş düşmektedir.
- Öncelikli olarak yıllardır çeşitli platformlarda düzenlenen toplantılarda küresel ısınmayı durdurmak için alınabilecek önlemlerin uygulanması hususunda hükümetlerin gerekli dirayeti, samimiyeti ve dik duruşu göstermeleri gerekmektedir.
- Bence bu süreci durduracak en önemli etkenlerden biri yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde ciddiyetle durmaktır. Son zamanlarda devletlerin bu hususta çok ciddi yatırımlar yapmakta olduğunu gözlemliyoruz. Özellikle Avrupa nın birçok ülkesinde RES(Rüzgar Elektrik Santrali)’ler ve GES(Güneş Enerjisi Santrali)’ler bazında kullanımın oldukça arttığını söyleyebiliriz. Yenilenebilir enerji kaynakları konusunda söz sahibi ülkelerden biri olan Almanya’nın hedefinde 2050 yılına kadar ülkesinin bütün enerji ihtiyacını yenilenebilir enerji kaynakları ile karşılamak var. ABD, Hindistan ve Almanya yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretimi anlamında dünya sıralamasının ilk 3 ülkesidir. Ülkemizde de hatırı sayılır gelişmeler olsa da daha bu parkurda yürüyecek çok yolumuz olduğu kesin. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bu konuda yatırımcıya daha çok destek vermek ve daha çok yatırım yapmak zorundadır. Küçük bir bilgi paylaşarak bu yolda neden çok yürüyecek yolumuz olduğunu açıklayayım. Ülkemiz yıllık 2737 saat güneşlenme süresi karşılığında güneşten sadece 860 Megavat enerji elde ederken; Almanya yıllık 1600 saat güneşlenme süresi karşılığında 40 bin Megavat enerji üretebiliyor. Yani bizden yüzde 60 daha az güneş alırken, bizden 46 kat daha fazla güneş enerjisi elde edebiliyor. Almanya’yı kıskandığım konuların başında geliyor yenilenebilir enerji kaynakları konusu maalesef. Gelişmiş ülkelerin yavaş yavaş terk etmeye başladığı nükleer enerji konusunu bizim şimdi nimetten sayarak kabul etmemizde ayrı bir ironidir. Almanya’dan yüzde 60 daha fazla güneş alırken neden bu durumda olduğumuzu değerlendirmek durumundayız.
- Fosil yakıtların kullanımını olabildiğince azaltmak gerekmektedir. Ancak dünya üzerinde halen devasa şirketler vasıtası ile gelişmiş ülkeler arasında süregelen gizli petrol savaşlarının buna uzun bir süre daha müsaade etmeyeceği de malumumuz.
- Küresel ölçekteki iklim değişikliğiyle mücadelede ana hedef olarak fosil yakıtlardan uzaklaşmaya odaklanmış olsa da, dikkate alınmayan ancak önem arz eden bir diğer konu endüstriyel hayvancılık ve bu sektörün çevreye olan etkisidir. Endüstriyel tarım ve hayvancılık, fosil yakıtlardan sonra insan kaynaklı sera gazı emisyonlarında 2. sıradadır ve ormansızlaşma, su-hava kirliliği ve biyolojik çeşitliliğin yok olmasının önde gelen sebeplerindendir. Bir sera gazı emisyonu kaynağı olarak; hayvanların sindirim süreçlerinden ve kısmen hayvan gübresinden salınan metan gazı salınımı, ABD’de 2014 yılında toplam 164.3 milyon mt CO2e’ye ulaşmıştır. Arazi kullanım değişiklikleri ve toprak yapısındaki bozulmalar nedeniyle ormanlarda ve topraklarda depolanan karbon kaybı; yani hayvancılık amaçlı tarım alanları için ağaçların tamamen yok edilmesinden kaynaklı emisyonlar yılda yaklaşık 0,65 gigaton CO2e tutarındadır. Hayvansal yem üretiminde kullanılan mineral gübreleri üretmek amacıyla yakılan fosil yakıtlar ise; örneğin mısır gibi yüksek enerjili ürünlere uygulamak amacıyla, yılda 100 milyon ton yapay azotlu gübre üretilmektedir.
BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından hazırlanmış 2013 tarihli “Hayvancılık Yoluyla İklim Değişikliğiyle Mücadele” raporuna göre, küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 14,5’inin yıllık olarak hayvancılık sektörüne atfedilebileceği tahmin ediliyor ve bu, büyük ölçüde arabalar, trenler, tekneler ve uçaklar dahil olmak üzere dünya üzerindeki tüm ulaşım araçlarının yaktığı tüm yakıttan kaynaklanan emisyonlara eşdeğer bir orandır. Bu konudaki istatistikler tahmin ettiğimizin aksine korkunç seviyelere ulaşmış vaziyette. Bu konuda hükümetlerin ciddi tedbirler alması gerekmektedir.
- Ormanlar dünyadaki kara kütlesinin yaklaşık yüzde 30’unu kaplamakta; ancak hızla yok edilmektedir. Dünya Bankası‘na göre, 1990 ve 2016 yılları arasında dünyada 1,3 milyon kilometre karelik (Güney Afrika’dan daha büyük bir alan) orman yok oldu. Nature dergisinde2015 yılında yapılan bir araştırmaya göre, insanlar ormanları kesmeye başladığından beri ağaçların yüzde 46’sı kesildi. Amazon yağmur ormanlarının yaklaşık yüzde 17’si son 50 yılda yok edildi ve kayıplar artmaya, ormanlar yok olmaya devam ediyor.
Neticesinde her ne kadar bireysel olarak bizler elimizden geleni yapmaya çalışsak ta küresel bu tehdidi ortadan kaldırmak için en büyük ödevin hükümetlere düştüğünü bir kez daha altını çizerek belirtmek istiyorum. İnsanlığın kendisine dur artık diyebilmesi gerekmektedir. Ortak bir bilinçle bu sürecin sonunun eğer önlem alınmazsa hiç kimseye hiçbir ülkeye acımayacağı sonucu herkesçe benimsenmeli ve topyekûn birlikte hareket edilmelidir. Yaşlanan gezegenimizi düzlüğe çıkarmak için reçete bellidir.
Alınması gereken önlemlerin bir an önce hiç taviz vermeden hayata geçirilmesi ve alınan kararların uygulanması gerekmektedir. Aksi halde gelecek nesillerin bir geleceği olmayacak. Çocuklarımıza doğayı öğretelim, toprağa dokunmayı, yeryüzündeki her bir canlının ekolojik sistem için ne kadar önemli olduğunu, ağacı, çiçeği, böceği sevmeyi öğretelim. Her ne kadar milyon dolar bütçeli Hollywood yapımlarında başka gezegenlere koloniler kurabiliyor olsak ta yakın zamanda bunun gerçekleşme ihtimali oldukça düşük. Yani kısacası kaçabileceğimiz başka bir gezegen henüz keşfedilmedi.
Murat GÖRGÜN
Elektrik Elektronik Mühendisi
B Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı
Not: Yazım esnasında birçok istatiksel bilgi için değişik kaynaklardan faydalanılmıştır.
-Hükümetler arası İklim Değişikliği Panel Raporları
-Tema Vakfı Küresel Isınma
– Doğal Hayatı Koruma Vakfı
-Meteoroloji Genel Müdürlüğü
-Çevre Online – Çevre Bilgi Portalı Küresel Isınma
– Anadolu Üniversitesi Sosyal Medya ve Digital Güvenlik Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi (SODİGEM) araştırma raporu