Bu makale İş Sağlığı ve Güvenliği Kültürünü daha iyi anlamamız için Kültür kavramının 2. kısmını ele alıyoruz.
KÜLTÜR
İnsanın kendi kendini biçimlendirme eğilimi olduğu bilinmekle birlikte herhangi bir kültürde bu “sosyalleştirme” tanımı bir bireyin belirli durumlardaki günlük davranışını önceden bilebilme halidir. Buna göre, insan fizyolojik bağımsızlığın çoğunu kendi kültürünün kontrolüne bıraktığında, o insan toplum içinde diğer insanların yaptıklarını yaptığında yani kültürün şartladığı birtakım tarz haline gelmiş yolları izlediğinde sosyalleşmiştir”. Bilindiği gibi, kültür-kişilik ilişkisi bebeklikten itibaren başlar. Hangi toplumda ve iklimde olursa olsun her yeni doğan çocuk çaresizdir, dışardan verilecek bakıma son derece bağımlıdır. Fakat çocuğa verilen bakım tarzı toplumdan topluma, aileden aileye büyük çapta değişmektedir. Kişilikler arasındaki farkları açıklayabilmek için, bu farklı bakım tarzlarının gelişme üzerindeki etkilerini bilmemiz gerekmektedir. Kalıtsal özellikler nasıl bir yeni doğan çocuğun birbirinden farklı olmasını sağlıyorsa, çocuğa bakım tarzları da bu doğal farklılıkların artmasına ya da azalmasına neden olmaktadır. Her toplumda aileden aileye bakım ve yetiştirme yöntemleri olmakla birlikte, belli bir toplum içinde bunlar, bazı ortak özellikler taşımakta (geleneklerde olduğu gibi) ve toplumun bu ortak özellikleri ve gelenekleşmiş tutumları, çocuk kişiliğine sindirilmektedir. Bu yüzden ” Milli karakter”, bir “Temel kişilik yapısı”, bir “Model karakter” den söz edilmektedir.[1]
Her topluma ait bireylerin çeşitli özellikleri doğal ve kalıtsal koşullardan ortaya çıkabileceği gibi, ortak toplumsal yaşantılardan ve kültürden de doğmaktadır. Bir toplum bireylerinin ortak yaşantıları arasında en başta bir yer tutan çocuk yetiştirme geleneklerinin kişilik gelişmesinde önemli bir konu olduğu gerçektir. Çevresel etkenler arasında çocuk yetiştirme tarzlarını toplumun öbür kurumlarından, gelenek, inanç, ekonomi ve politikasından kesinlikle ayırmaya imkân olmadığını ve hepsinin birbirini karşılıklı olarak etkilediğini de belirtmek yerinde olur.[2]
Davranış bilimler açısından kültür, bir nesilden diğerine aktarılan, toplumdan bireye kazandırılan bir yaşam biçimi olmakla beraber, bireyin yine toplumdaki diğer bireyler tarafından yaratılmış olan maddi ve manevi öğeleri içeren çevresidir. Birey bu çevrenin bir önceki nesilden devraldığı öğelerini kısmen değiştirerek bir sonraki nesle bırakır.[3] Kavrama insan açısından yaklaşan Goodenough’ e göre ise kültür, kişinin algılamada, inanmada, değerlendirmede ve eyleme geçmede kullanıldığı bilgi sistemi veya standartlardır. Kültür, insanın yaşadığı yerde, paylaşılan, kabul edilen, yaşanılan, bazen bir şeyler ilave edilerek kısmen değiştirilebilen, kendilerinden önceki nesillerden miras kalan ve sonrakilere de kalacak olan, yaşama dair her ne varsa maddi manevi tümünü içeren inançlar, değerler, kurallar, normlar bütünü olarak tanımlanabilir. Bu bütün, toplumu diğer toplumlardan ayırır ve kendine özgü kılar. [4]
Kültürler, kültür kavramına ilişkin olarak bir sıfat halini ifade etmektedir. Tek başına kullanıldığında kültür, aşağı yukarı insan yaşamının tümünü ifade eder. Kültürler kavramı ise, kültürün oluşum yönüne atıfta bulunmaktadır. İş kültürü, sağlık kültürü, siyasi kültür terimleri yaşamın ilgi alanlarını, kavramlaştırma, sınırlama, yapılanma ve düzenlenme biçimleri de dâhil denetleyen inanç ve adetler için kullanılır. Kültür sözcüğü, evrensel bir kavramdır. Çok değişik alanlarda, farklı farklı ifade edilerek, alanı belirlenerek, daha belirgin hale getirilebilir.
Kültür aşağıdaki değişik amaç ve anlamlarda da kullanılabilir:
Arabesk kültür, Karşı kültür , Kültür ayrımcılığı, Kültür dersleri, Kültür endüstrisi, Kültür felsefesi, Kültür tarihi, Kültür toplum bilimi, Popüler kültür, Serbest kültür, vb.
Ayrıca farklı kültür merkezlerinin isimleri de aşağıdaki gibi ifade edilebilir:
Atatürk Kültür Merkezi, Akatlar Kültür Merkezi, Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi, Attilâ İlhan Kültür Merkezi, Beşiktaş Kültür Merkezi, Hamburg Kültür Sanat Merkezi, İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi, Le Havre Kültür Merkezi, Mezopotamya Kültür Merkezi, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Oscar Niemeyer Kültür Merkezi, Sadri Alışık Kültür Merkezi, Yunus Emre Kültür Merkezi, v.b. Bu isimlerin kimisi sadece isme saygı amacı ile konduğu gibi, kimisi de amaca hizmet ederek, isme has kültürü topluma yaymaya çalışır.
Herhangi bir bilgiyi anlamayı, kazanmayı reddetmek, insanda o konuda kültür eksikliği yaratır ve insanı, konu ile ilgili sentezlemelerde eksik ve çaresiz bırakır. “Ben klasik batı müziği asla dinlemem” veya “Ben arabesk dinlemem” şeklindeki reddetmeler, kişinin bu konularda sentezleme yeteneğini ve bilgi üretimini yok eder. İyi bir sentezleme yapma ve yeni bilgiler üretme yetisi, mutlaka daha fazla kültürlü olmayı gerektiren bir konudur.
Kültür, çoğunlukla, ideal kurallardan ve davranış örüntülerinden oluşursa da, bireysel tutum ve davranışlar, önemli ölçüde “ideal”den ayrılır. Fakat sistemin üyesi olan birey, kültürel kuralı ve kurala uymayan davranışları hemen tanır. İdeal, olması gerekendir. Ancak her olay ideal değildir. Etnoğrofyacılar, olması gerekenle, gerçekte olanı birbirinden ayırmayı öğrenirler. Bir kişinin belli bir olay karşısındaki veya belli bir ilişki içindeki türlü davranış yolları, ya da alternatifleri tartışıldığı zaman, işte bu idealin ne olduğu araştırılır. Fakat kişiler aynı kültürün üyeleri oldukları halde, kültürel ideale uygun hareket etmezler. Öyle ise bütün davranışlar, kültürel ya da ideal değildir. Son zamanlara kadar, antropologlar, daha çok ideal; sosyologlar ise, fiili (gerçek ve gözlenen) davranışlarla ilgilenmişlerdir.[5]
Kültür, temel biyolojik ihtiyaçları ve bunlardan doğan ikinci derecedeki ihtiyaçları, çoğu zaman ve önemli ölçüde karşılar. Kültürel kurumlar ve ilkeler, başarısı denenmiş çözüm yollarıdır. Psikoloji bilimi, ancak doyum verici olduğu sürece, alışkanlıkların devam ettiğini göstermiştir. Doyum, alışkanlıkları destekler ve pekiştirir. Doyum yokluğu ise alışkanlıkların kaybolmasına yol açabilir. Öyle ise kültürel öğeler, toplumun üyelerine bir doyum veya umut, onun sebep olduğu açıdan daha büyük olmalıdır ki devam etsin. Eğer kültür gerçekten insanın biyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılıyor ise, bütün kültürlerde benzer unsurlar ve öğeler bulunmalıdır. Mademki bireysel ihtiyaçlar bir ölçüde benzerdirler, kültürlerin de benzerlikler göstermesi beklenir.[6]
Malinowski bütün başarılı kültürlerin üç temel fonksiyonu olduğunu belirtmektedir. Bunlar biyolojik, âletsel ve birleştirici fonksiyonlardır. Kültür, hayatımız için gerekli olan mal ve hizmet üretimini mutlaka sağlamalı, üyelerin biyo-psiko-sosyal ihtiyaçlarını çözmelidir. Çatışmalar çözümlenmeli; kültür, değişen koşullara ayak uydurabilmeli ve bireyleri hayat için gereken etkinliklere yöneltmelidir. Kültür yiyecek, üreme gibi biyolojik; eğitim, sağlık gibi araçsal; din, estetik gibi birleştirici gereksinimleri karşılamalıdır.[7]
KAYNAKLAR
[1] Öztürk O., Toplumsal Çocuk Yetiştirme Tarzları ve Kişilik Gelişmesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, Ankara, Cilt 8. Sayı 2 (1965)
[2] İlbars Z., Kişiliğin Oluşmasındaki Kültürel Etmenler, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt: 31, Sayı: 1.2, s. 201-211 (1987)
[3] Eroğlu F., Davranış Bilimleri, Beta Yayınları, İstanbul, s.120 (2006)
[4] Baş A., Örgüt Kültürü ve Örgütsel Performans, Eroğlu Holding
[5] Wıllıam A. H., Haralde. L. P., Walrarh D., Cultural Anthropology: The Human Challenge, 14th Edition, s.114 (2014)
[6] Güvenç B., İnsan ve Kültür, Sosyal Bilimler Derneği, Ankara (1972)
[7] Malinowski B., Çeviren: Deniz Uludağ, Bilimsel Bir Kültür Teorisi, Doğubatı Yayın, Ankara, 2016